İZ BIRAKAN BİR RESTORASYON “BEIT BEIRUT”

Beit Beirut (Beyrut’un Evi), görülebilecek en acı koruma hikayelerinden biri olmasının yanı sıra bir o kadar da başarılı bir restorasyon uygulaması. Beyrut’un orta yerinde iç savaşın en canlı halini yıllar sonra karşımıza seriyor. Beyrut’un mimari tarihi açısından kritik öneme sahip olan “Sarı Bina” 1924 yılında II. Abdülhamid’in Lübnanlı mimarı olan Youssef Aftimus tarafından Barakat ailesine tasarlanan bir apartman(1). Sahiplerinin talebiyle, 1932 senesinde yeni katlar ve bölümler mimar Fouad Kozah’ın tasarımıyla binaya ekleniyor. 30’lar için oldukça radikal ve modern bir düşünceyle köşe noktaya açılan boşlukla birlikte yapı benzersiz bir kimliğe kavuşuyor. Beton malzemenin kullanılması, ferforje korkuluğun kirişin üzerinden devamı, binayı keskin şekilde bölen boşluğun gökyüzüne açılması gibi mimari detaylarla bina döneminin ayırt edici niteliklerini elde ediyor(2). Yapı, Lübnanda 1975-1990 yılları arasındaki iç savaşta müslüman ve hristiyan mahallesi arasındaki sınırda kalarak sığınak olarak kullanılıyor ve ciddi oranda zarara uğruyor. Günümüzde halen görülebilen zerafeti ile restore edilerek, eklenen yeni bina ile birlikte bir hafıza müzesi ve kültür merkezi haline getiriliyor. Beyrut Belediyesinin öncülüğünde bir çok kurumun işbirliği ile, mimar Youssef Haider tarafından yapılan restorasyon projesi doğrultusunda ağustos 2017 itibariyle kamuya açılmış durumda.

Restorasyonu en etkileyici kılan karar, yapının iç ve dış duvar yüzeylerinde yer alan yüzlerce mermi izinin korunması. Binaya ilk bakış, savaştan çıkan yaralı bir insanla göz göze gelmek gibi. Yarası çok ama halen ayakta, protezli bacakları ve eksik kolları ile… Binanın tüm cepheleri farklı büyüklüklerde deliklerle dolu; balkonları yokolmuş, konsolları yıkılmış, silmeleri kaybolmuş. Yapının en özgün ve dikkat çekici mekanı olan açık teraslı köşesinde çelikle desteklenmiş sütunlar göze çarpıyor. Gri boyalı destek çelikleri ve sütunları saran çelik bilezikler ile yapının en narin yerleri sargıya alınmış gibi. Binaya bakınca savaş sırasında kaybolan tüm parçalar bir anda ve açık şekilde görülebiliyor. Bir yandan da alüminyum doğramaları, tertemiz camları ve giriş kattaki afişler ile cephesi, içerde bir yaşam olduğunun işaretini veriyor.

Youssef Haider’ın restorasyon öncesi anlatımıyla;

“Bu bina bir ikon, yeşil hatta bulunuyor. İç savaşta 17 yıldan fazla bir süre Beyrut ikiye bölünmüştü. Bu binanın hafızasının küçük bir hafızası bu. Bunun dışında bina mimari açıdan Lübnan’da modernizmin başlangıcı olan 20’ler ve 30’lara ait bir geçiş dönemini yansıtıyor. Bu dönemde yeni inşaat teknikleri, yeni bir mimari dil ve yeni bir yaşam tarzı ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla bu bina yüksek kaliteli bir mimari, toplumda bir geçiş dönemi ve aynı zamanda bu binada yaşayan insanların ve savaş döneminin tümünü barındırıyor.”

“Biz hep bu binayı yaşayan bir insan, bir Lübnanlı gibi algıladık. Ona bir insanı tedavi eder gibi yaklaşıyoruz. İnsanların izleri vardır. Hatıraların, zamanın izleri, zamanla açılan yara izleri… Biz de binaya öyle yaklaşıyoruz. Tüm izleri silerek yeniden bir şey yaratmaya çalışmıyoruz. Hatıralarından ve katmanlarından arındırmıyoruz. Tam tersine bu katmanları saklayarak ona yeni bir hayat vermeye çalışıyoruz. Toplumda aktif ve iyi bir vatandaş olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla iki katmanda çalışıyoruz. Onu iyileştirmeye ve rehabilite etmeye, toplum için faydalı bir hale getirmeye çalışıyoruz. Eskiden burası bir konuttu, şimdi gerçek bir kültür merkezi olacak. Tarih ve hafızanın, kentsel planlamanın yer bulduğu tam teşekküllü bir kültür merkezi olacak.” (3)

Binaya yaklaştıkça yapılan ve yapılmayan müdahaleler daha detaylı şekilde görülebiliyor. Burada yapı, restorasyonda her zaman bir müdahale yapmak gerekmediğini hatırlatıyor bize. Onarmak ya da onarmamak iki uç seçenek gibi dururken daha iç içe geçen bir versiyonla tanışıyoruz. Herhangi bir bölgede olmadığımızı 15 sene süren bir iç savaştan ne galip ne mağlup çıkan tüm süreçlerin izlerini taşıyan bir yapının hikayesi burada başlıyor. 1975’ten 1990’a kadar süren savaşta bina stratejik konumuyla şehri ikiye ayıran sınır bölgesinde yer alıyor. Bu dönemde tamamen boşaltılan apartman keskin nişancıların yeri olarak bir savaş makinesi haline geliyor. Çok geniş bir alana bakış sağlayan açık köşe konumu ve korunaklı nişan alınabilecek iç mekanlarıyla bir karargah merkezine dönüşüyor.

Avluya girildiğinde çelik destekli merdiven holleri karşılıyor bizi, içlerinde kısmen yıkık olan merdivenler, izleri… Taş merdiven basamakları üst üste yığılmış duruyor zeminde. Kapalı alana geçince beyaz yuvarlak kolonlarla çevrilmiş sade bir orta avluya varılıyor. Cam yuvarlak döşeme tavandaki pencereden ışık alıyor. Yeni binadaki modern rampa üst katlara doğru uzanırken cam güneş kırıcılar boydan boya görülüyor.

İç duvarlar patinası ile duruyor, mermi izleri yine büyük bölümünü kaplıyor duvarların. Bembeyaz boyalı yan duvar ve tavanlarla büyük bir zıtlık içinde geçmiş gösteriyor kendini. Seramiklerin olduğu duvarlar da yıkıntı halinde görülüyor. Zeminde eski karo mozaikler bir köşeyi kaplamış, döşemenin devamı gri yalın bir şekilde tamamlanmış durumda. Bazı yerlerde kalemişi kalıntıları görülürken, bazı alanlarda da duvar yazıları göze çarpıyor. Mekanlar güncel sergiler için kullanıldığından tavanlarda modern aydınlatmalar ve duvarlarda sergi askıları mevcut. Merkezin ikinci katı kalıcı sergi alanı iken diğer katlarda geçici sergiler, kültürel ve müzikal etkinlikler düzenleniyor.

Ayrılırken, binanın yıkılmış ama yaşayan bütünlüğünün hissi sarıyor; savaşın nedeni ne olursa olsun sonucunun vahşetle dolu olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor insan. Tekrar bakıldığında cephede çelik bütünleyicilerin taş kemeri ne kadar doğal tamamladığı görülüyor. Mermi delikleri içimizi ürpertirken bina yamalı görüntüsüyle acı bir hikayenin içine çekiyor. Binlerce insanın öldüğü savaşın en kritik mevzilerinden biri olan bu tarihi eser farklı anlam katmanlarını barındırıyor. İlk elli senesinde mutlu insanların, farklı bir çok ailenin konakladığı yaşam dolu, şehrin en gözde apartmanı olan bina, acı bir tarihe tanıklık ediyor. Sanki Lübnan’ın geçmişinden küçük bir kesit sunuyor bize. Kentin mimari geçmişi erken ve geç dönem öğeleriyle, güzel ve üzücü anılarıyla burada yaşıyor. Bu yapının Beyrut’un ‘ev’i haline gelmesi savaşın unutulmayacak derin izler bıraktığını, ancak kötü zamanların geride kaldığını ve umudun bu kentte yeniden yeşerdiğini gösteriyor. Tekil bir bina savaş sonrasında kolektif bir hafıza mekanına nasıl dönüşebilir, Beit Beirut en yalın haliyle bunun kanıtı olarak karşımızda duruyor.

[1]  http://www.beitbeirut.org

[2]  https://www.youtube.com/user/lorientlejourTube

Beit Beirut – Episode1-2-3-4/4

[3]  https://www.youtube.com/watch?v=DCNilP1D83s

Beyrut’un Hafızası / Memory of Beirut

SİMGE BALCI

haziran 2019